Aşk tesadüfleri mi sever gerçekten?

Ankaralı'yım ben. Ancak Ankaralılar bilirler İstanbul'un bir Ankaralı için ne ifade ettiğini.
Her şey başkadır Ankara'da.
İlişkiler, arkadaşlıklar, aile kavramı... Hatta aşk bile daha farklı...

Ömer Faruk Sorak'ın yeni filmi 'Aşk Tesadüfleri Sever'i izlerken geçmişte geriye gittim ben.
Lise zamanlarım, gittiğim mekanlar, yaşadıklarım geldi aklıma bir bir.
Cafemiz'de ilk erkek arkadaşımla ayrıldığım gün mesela.
Ya da her sene okulun son günü yaptığımız yumurta atma şenlikleri.
Bir Kolej ve Deneme Lisesi muhabbeti vardı ki sormayın. Sadece bir Ankaralı anlar şu an ne demek istediğimi.
Tunalı, Bahçeli, Ankara Sanat Tiyatrosu, Kıtır ve Tadım Pizza... Tabii Akün Sineması'nı da unutmamak gerek bu durumda...
Çocukluğumun tam içinden geçen bu filmi izlerken aşkı sorgulamaya başladım tabii ister istemez.
'Gerçekten seven birisi ne yapar'ı filmi izlerken anlıyorsunuz. Gerçekten seven birisi için ne mesafe vardır ne de imkansızlık sonuçta.
Filmin bir yerinde, önemli bir film görüşmesinden çıkan kadın kahramanın sevgilisinin söylediği 'Oscar mı alacaksın sonunda, ne olacak?' demesi başka anlamlar ifade ediyordu benim için o anda.
Ben şunu düşündüm bu filmi izlerken;
Eğer birisi seni seviyorsa gerçekten, yaptığın her şey önemli olur onun için de, önemsizleştirmeye, küçümsemeye, sıradanlaştırmaya çalışmaz.
Eğer birisi seni seviyorsa gerçekten, en ufak sorunda çekip gitmek yerine meydan okur her türlü rüzgara, fırtınaya...
Eğer birisi seni seviyorsa gerçekten, birlikte geçirilen anlar zorunluluk olmaz. Mutlu olduğu anlardır onlar sonuçta.
Eğer birisi seni seviyorsa gerçekten, tek bir an bile bir ömre bedel olabilir yeri geldiğinde...
Eğer birisi seni seviyorsa gerçekten, bunu bilirsin, kelimelere gerek bile duyulmadan. Çünkü bu öyle bir şeydir ki konuşulmasa bile tüm hücrelerinle hissedersin.
Eğer birisi seni seviyorsa gerçekten, sadece sen olduğun için seviyordur hatta bazen sana rağmen...
Filme girmeden evvel şunu unutmayın; bu filmi izledikten sonra ilişkinize kayıtsız kalamayacaksınız. Ya takkenizi koyacaksınız önünüze yanlışınızı, doğrunuzu tartacaksınız ya da daha azıyla yetinmeyip hak ettiğinize sahip olmak için savaşacaksınız...
Mehmet'in olağanüstü gülümsemesi de cabası...

SEVGİLİLER GÜNÜ'NÜ SEVMEMİN NEDENLERİ

1) Duyarsız sevgililerin, eşlerin kendilerini yılın en azından bir günü çiçek, hediye, çikolata almak zorunda hissetmeleri. Bu gün olmasa çiçek ve çikolatayı rüyanızda görürsünüz bu çeşit bir sevgiliyle...

2) Kolaysa deyin bakalım sevgilinize normal bir günde; hadi gel falanca otelde romantik bir gece geçirelim diye. Hemen 'delirdin galiba' yanıtını alır oturursunuz aşağıya. İşte böyle bir günde istediğiniz kadar acayip gelecek istekte bulunabilir ve Sevgililer Günü'nün ardına saklanabilirsiniz.

3) Diğer günler sevgisini pek belli edemeyen ağır ağabeylerdense eğer sevgiliniz, bu günde çevresindeki sevgi temalı baskı yüzünden en azından iki çift güzel kelam edecektir.

4) Ele güne karşı 'afiyette' olduğunuzu göstermenin en güzel yolu olmasından dolayı...

5) Sevgiliyi takıp kolunuza içten içe kıskanan hemcinsinizi çatlatmak için Sevgililer Günü'nden daha iyi bir gün yoktur, bu yüzden...

KÜÇÜK ARMUTLU'DA BİR 'DÜKKAN'
Etle hiç aram yoktur. Ama gel gör ki Armutlu'daki 'Dükkan'a ne zaman gittim, o vakit değişti tüm fikirlerim...
Neredeyse her hafta gider oldum. Hatta gitmediğim zaman rüyalarıma bile giriyor yediklerim, o kadar yani...
Dana bacon'ının, özel bir sistemle soğutulmuş etlerinin, eskiden ateşin içinde közlediğimiz patateslere benzer bir tadı olan patateslerinin, enfes salatalarının ve tabii harika sunumlarının tadını çıkarın bence bir kere...
Bu arada yemek sonrası ikram edilen dev çikolata kalıbının hepsini yiyen masadan hesap alınmıyor. Bugüne dek sadece bir kez bunu yapabilen olmuş bu arada...

SANCTUM
James Cameron'ın 'Avatar'dan sonra nasıl bir film ile karşımıza geleceği merak konusuydu benim için.
Bunun için başladığı gün gittim filmi görmeye. Fantastik öğeler katılmış bir şeyler beklerken hayatımda hiç görmediğim denli gerçekçi bir anlatım ve çarpıcı görüntülerle karşılaştım.
Mağaracıların, dalgıçların, macera peşinde olan belgeselcilerin hikayesini anlatan film gerçek bir olaydan alınma.
Üç boyutlu olmasının da etkisiyle hayal bile edemeyeceğiniz doğa manzaralarıyla karşı karşıya getiriyor sizi film.
Bir de doğanın ve evrenin karşısında bir toz zerresinden hiçbir farkınız olmadığını anlamanızı sağlıyor. Ve insan doğasının acımasızlığını bir de tabii...
Filmi izlerken zamanın nasıl geçtiğinin farkına bile varamıyorsunuz, öyle soluk kesiyor.
Cameron, yine 10 üzerinden 10 numara bir film yapmış...

BİRAZ DAHA DİKKAT!
Ben de okuduğum zaman üzüldüm. Ne zaman ölüm haberi okusam üzülürüm elbet. Kim olsa üzülür. Özellikle genç yaşta aniden gelmişse ölüm...
Tüm hafta bu haberle yaşadık, toplumsal bir infial halini aldı neredeyse Defne'nin ölümü...
Şimdi;
Ölünün ardından konuşmak güzel değildir doğru.
Hıncal Uluç'un yazısı bu açıdan insanın içini acıtıyordu ama;
O gece nerede, nasıl olduğunu en ince ayrıntısına kadar nerdeyse dakika dakika haber olarak vermek de aynı şey değil miydi? Bardan çıkarken çekilmiş görüntülerle birlikte yan yana sunulan aile fotoğrafları ve evli olduğunun altının çizilmesi de?
İnsanları ne düşünmeleri gerektiği konusunda yönlendirmek değil miydi bu da? Gizli bir alt metni yok muydu yani?
Madem bu konuda bu kadar duyarlıyız, ki olmalıyız, o zaman çarşaf çarşaf o gecenin haberlerini yaparken biraz daha dikkatli neden olunmadı? Ortaya teoriler ve olasılıklar atacağımıza biraz bekleyip sonuçları görsek. 
Ailesi bile böyle davranırken medyanın daha aklıselim yaklaşması gerekmez mi?

Başak Sayan İletişim

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Başak Sayan Sosyal Medya