HAYATIN GERÇEĞİ...

 Sevdiğim kimseyi kaybetmedim ben daha önce.
Sevdiğim derken, ailemden kimseyi...
Ölüm gerçeğiyle ilk karşılaşmam 1998 senesinde oldu. İlk erkek arkadaşımı kaybettim bir trafik kazasında.
Öyle ani, öyle hesapsız, öyle sinsi geldi ki ölüm, inanamadım uzun süre gittiğine... Toprağa verildiği anı gördüğüm halde...
Gelemedim bir türlü kendime.

Ölümünün ani olmasından çok, o sırada küs olmamız yaşattı asıl acıyı içimde.
Yıllarca her hafta, düzenli, onu görmemin nedeni rüyalarımda, belki de bu yüzdendi kim bilir...
O gün dua etmiştim Allah'a;
'Sevdiklerimin ölümünü gösterme bana' diye.
Sanki duydu duamı... O günden sonra sevdiğim birini kaybetmedim bir daha.
Ama hayat kısa... Uzun zannetsek de biz.
Hepimiz bir gün veda edeceğiz yaşama...
Çocukluğumun en güzel anılarının sahibi; beni büyüten, anaokuluna elimden tutup götüren; kimselerle konuşmayan, içe kapanık olan bu kız çocuğunu teneffüslerde bile okulun önünde bekleyen; elinde yemek tabağı tüm bahçede peşimde dolanan; bana bin bir türlü masallar anlatarak belki de şuan sahip olduğum müthiş hayal gücünün mimarı olan canımın içi, biricik anneannem de veda etti yaşama geçen hafta...
Daha önce yaşadığım ölüm gibi ani değildi ölümü.
Alzheimer denen korkunç illetle yaşıyordu son beş yıldır.
Bu öyle korkunç bir hastalıktı ki, zamanla unuttukların sadece anıların olmuyordu. Her şeyi unutuyordu beyin.
Önce yürümeyi unuttu anneannem, kalkamaz oldu ayağa. Ardından diğer vücut fonksiyonları zamanla.
En son yutkunmayı unuttu bir anda. Yemek yiyemediği gibi, su bile içemez oldu son bir, iki gününde artık.
Kara haber tez gelirmiş gerçekten.
Ankara'dan aldığım 'Anneannen iyi değil, gelip helallik al' sözü gerçekçi gelmedi bana ilk anda.
Nedense inanmadım bir türlü bunun olacağına.
Benim canım anneannem, o koca çınar, gitmezdi hiçbir yere.
Beni gelinlikler içinde görecek, çocuğumu kucağına alacaktı daha.
Söz vermiştim ona...
Ankara'ya giderken bunları düşündüm yol boyunca.
Çocukluğumun geçtiği evin kapısından içeri girdiğimde ağlama sesleri duydum ilk önce. Buna rağmen inanmadım gördüğüm manzaraya bir türlü.
Sonra bir baktım, en sevdiğim odada yatıyor anneannem boylu boyunca.
Çenesini bir eşarpla bağlamışlar, karnında da kara saplı bir bıçakla.
Öyle minicik kalmış ki, kuş gibi adeta.
Ben gelmeden yarım saat önce kapamış gözlerini hayata.
'Hayır' diye haykırdım ama ne gelir elden.
Bir kez daha veda edemeden kaybettim sevdiğimi.
İçimdeki suçluluk duygusuyla başa çıkmak için, bilmiyorum ne yapmak gerek şimdi.
İki saat evvel çıksaydım yola, onun soğuk bedenini yıkarken değil, veda etmeden tutacaktım elini, hayata...
Bir kez daha anladım ki her şey boş...
Önemli olan yapıp ettiklerinden ziyade biriktirebildiklerin bu yaşamda.
Kazanma hırsı, başarı takıntısı, kavgalar, intikamlar, diş bilemeler, acımasız rekabetler, para, pul, şöhret... Hepsi boş, hepsi anlamsız...
En nihayetinde hepimizin çenesine bir eşarp bağlanacak, karnına bir kara saplı bıçak konulacak bu hayatın sonunda.
Bir karanlık delikte unutulacak bedenlerimiz...
İnsan, sadece ölüm anlarında hayatın gerçeğiyle yüzleşiyor nedense.
Bu yüzden tek tek aradım kalbini kırdıklarımı, üzdüklerimi, intikam almak için yalan söylediklerimi, beni kıranları, üzenleri...
Onlar bilmeseler de içimden helal ettim her şeyi...
Anneanneme sağken veremediği helalliği onlar sağken verdim en azından böylece...
Arayamadıklarım da olmuştur elbet.
Onlar da bilsinler ki ben hakkımı helal ettim çoktan.
Onlar da etsinler artık...

AMY
Asiydi...
Çok güzel şarkı söylüyordu.
Bu genç yaşında çok önemli ödüller almıştı.
Ama aynı zamanda uyuşturucu müptelasıydı.
Meret, genç yaşında kopardı onu hayattan.
Ardında birbirinden güzel şarkılar bırakarak, bir anda...
Ortalık karıştı sonrasında.
Ölümü güzel ve çirkin diye ayırdılar ikiye.
Kimi ahlar vahlar çekti ardından, kimiyse 'bile bile lades onunki' dedi.
Ölümün güzeli olmaz halbuki.
Kimin neyi, neden yaptığına, neyin iyi, neyin kötü olduğuna kalabalıklar karar vermez.
Bizim için kötü olan, başka biri için iyi olabilir sonuçta.
Amy Winehouse'un da neden uyuşturucuya kapıldığını, hangi nedenlerle kullandığını bilemeyiz.
Belki kaçtığı şeylerdendi, belki katlanmak zorunda olduklarından.
Belki yaşadığı hayatı kaldıramıyordu...
Hiçbiri, hiç kimseyi ilgilendirmez.
Ve ölüm güzel ve çirkin diye ikiye ayrılmaz...
Ölüm ölümdür.
Er geç hepimizin bir şekilde yaşayacağı...

ASMALIMESCİT'E DAİR
Her zaman sevdim Beyoğlu'nu.
Ama özellikle Tünel'i.
Asmalı'yı da sevdim hep ama öyle kalabalık oluyordu ki her zaman gitmek istemiyordum.
Kalabalıklara giremem ben. Agorafobim var.
Bu yüzden akşam saatlerinden ziyade gündüz saatleri tercih nedenim olmuştur hep.
Ne vakit akşam yolum oraya düşse iki adımlık mesafeyi on beş dakikada almışımdır. Böyle kalabalık görülmemiştir.
Şimdilerde Asmalı'daki mekanların önleri bomboş, kalabalık yok olmuş.
İğne atsan düşmez dediğim yerde yeller esiyor.
Evet, masalar yüzünden yaşanan kalabalık artık gına getirmişti.
Sokakta yürüyemez olduğum için her seferinde söylenirdim.
Ama bunu önlemek için kapı önlerindeki masaların hepsini yasaklamak da olmuyor.
Bunun bir arası olamaz mı?
Zabıta belli bir sınır belirlese mekanlar için ve onu takip etse mesela...
Çünkü böyle bir şehrin cıvıl cıvıl görüntüsü de yok ediliyor bir anda.

Başak Sayan İletişim

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Başak Sayan Sosyal Medya